Son dönemde danışan odasında en sık duyduğum cümlelerden biri şu:

“Hocam, bu zayıflama iğnelerinden yaptırsam olur mu?”

Sosyal medya, hızlı kilo veren bedenlerle dolu. Birkaç ayda onlarca kilo verenler, eski–yeni fotoğraflar, “mucize” başlıkları… Doğal olarak insanın aklı karışıyor. Kim istemez ki daha az çabayla, daha hızlı sonuç almayı?

Ama tam da burada durup şu soruyu sormamız gerekiyor: Kilo mu vermek istiyoruz, yoksa sağlıklı mı olmak?

Zayıflama ilaçları, doğru kişide ve doğru endikasyonda kullanıldığında elbette tıbbi bir araç olabilir. Ancak sorun şu ki; bu ilaçlar bugün çoğu zaman bir yaşam tarzı değişikliği değil, bir kaçış yolu gibi görülüyor. Beslenme düzeni değişmeden, hareket hayatın içine girmeden, uyku ve stres göz ardı edilerek yalnızca tartıdaki rakam düşürülmeye çalışılıyor.

Oysa kilo kaybı her zaman sağlık anlamına gelmez. Hızlı verilen kiloların büyük bir kısmı kas kaybı olabilir. Bağırsak sağlığı bozulabilir, yeme davranışı daha da karmaşık hale gelebilir. İlacı bıraktıktan sonra kiloların geri gelmesi ise çoğu zaman kaçınılmaz olur. Çünkü vücut değil, alışkanlıklar değişmemiştir.

Diyetisyenlik mesleği de tam burada devreye girer. Bizim işimiz yasaklar koymak ya da mucize vaat etmek değil. Biz, kişinin hayatına gerçekçi ve sürdürülebilir dokunuşlar yaparız. Sofrayı yeniden düzenleriz, bedeni tanımayı öğretiriz, açlık–tokluk sinyallerini hatırlatırız. Kısacası, kilo vermeyi değil sağlığı yönetmeyi hedefleriz.

Şunu açıkça söylemek gerekir:

Bir ilaç sizi zayıflatabilir ama sağlıklı bir yaşam inşa edemez.

Bunu ancak doğru beslenme, düzenli hareket ve bedenle kurulan sağlıklı bir ilişki başarabilir.

Belki de artık şu soruyu sormanın zamanı gelmiştir:

“Ne kadar hızlı kilo veririm?” yerine

“Bu bedenle yıllar boyu nasıl iyi yaşarım?”

Çünkü kilo vermek bir hedef olabilir,

ama sağlıklı kalmak bir sorumluluktur.