Mevlana, Şems ile beraberken eskisi gibi her gün halkın arasına çıkmaz oldu. Şems’in sağladığı manevi hava Mevlana’yı çok etkilemiştir. “Mevlana, Şems’in ışığında kayboldu” demişlerdir. Konyalılar bu durumu kıskandılar. Dedikodu yapmaya başladılar. “Irmağın saman çöpünü götürdüğü gibi Şems, Mevlana’yı elimizden aldı” dediler. Şems bunu duyunca Şam’a geri döndü. Mevlana, Şems’in yokluğuna dayanamıyor, onun özlemi ile yanıp tutuşuyordu. Bu özlem ile Divan’ı Kebir’i yazdı. Oğlu Sultan Veled’i Şam’a göndererek Şems’in gelmesini istedi. Şems tekrar Konya’ya geldi. Mevlana ile yine eskisi gibi çalışmaya devam etti. Fakat yine kıskançlıklar, dedikodular devam edince Şems şöyle dedi; “Artık kaybolacağım, kimse izimi bulamayacak”. Şems kayboldu ya da öldürüldü. Yıl 1247, Mevlana yanıp tutuşuyor, Şems’i ruhunda yaşatıyordu.
Şems, Mevlana’yı manevi olgunluğa erdirmiştir. Mevlana bunu şöyle izah ediyor: “3 kelimedir hayatım: Hamdım, piştim, yandım.” Mevlana bu aşkla, bu coşkunlukla Mesnevi’sini yazmıştır. Mevlana, Şems’in yokluğunu dostu Selahattin Zerkup ile gidermeye çalışmıştır. Mesnevi’yi Mevlana söylemiş, Selahattin Zerkup yazmıştır. Selahattin Zerkup’un ölümünden sonra Hüsamettin Çelebiyi dost edinmiş, eserlerini Mevlana söylemiş, Hüsamettin Çelebi yazmaya devam etmiştir.
Mevlana ismi Mevlana’nın gençlik döneminde Konya’da bir ilim meclisinde devrin en büyük alimi olan Sadrettin Konevi tarafından verilmiştir. Anlamı “Efendimiz” demektir. Bu ismi taşıyan başka alimler olmakla birlikte halk arasında yalnızca Celaleddini Rumi için söylenmiştir. Bizim kültürümüzde büyüklere ismi ile hitap edilmez. İsimlerinin önüne mutlaka saygı ifade eden sözle hitap edilir. Onun için bu büyük zata Mevlana denilmiştir.
Mevlana’nın temel düşüncesi “Ben sağ olduğum müddetle Kur’an’ın kölesiyim, ben Muhammed Muhtar’ın yolunun tozuyum. Benim sözümden bundan başkasını kim naklederse ben o kimseden de o sözlerden de şikayetçiyim.” Kulluk ile ilgili görüşü; “Ben kul oldum, kul oldum, kulluğumu hakkıyla yapamadığım için mahcubiyetimden başımı öne eğdim. Her köle azat olunca sevinir, mesrur olur. Ben sana ne zaman kul olursam o zaman sevinir, şad olurum” şeklindedir.
Mevlana ölümü düğün gecesi olarak görmüştür. Ölümü yok oluş değil, vuslat (dosta kavuşma) olarak değerlendirmiştir. Ölüm, fani dünyadan ebedi dünyaya gidişin kapısıdır. Bu dünyada Allah’ın istediği gibi yaşayanlar, ölümden korkmazlar huzur içerisinde gülerek ölürler. “Öldüğüm gün tabutumu götürürlerken bende bu dünya derdi var sanma, benim için ağlama, yazık vah vah deme, beni toprağa verdiklerinde veda, ayrılık deme, mezar bir perdedir ki arkasında cennetin huzuru vardır. Bu ten sureti yani ceset toprağa verilince o ten sureti fani, can sureti bakidir.”
Mevlana’nın vasiyeti; “gizlide ve açıkta her yerde Allah’tan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, Allah’ın emirlerini tutup günahlardan kaçmayı, oruç ve namazda devamlılığı, cahil ve ahmaklardan uzak durmayı, güzel davranışlı salih kimselerle beraber olmayı vasiyet ederim. İnsanın hayırlısı, insanlara faydalı olandır. Sözün hayırlısı kısa ve anlaşılır olandır.”
Mevlâna 17 Aralık 1273’te 66 yaşında bu fani dünyadan ebedi dünyaya göç etmiştir. Onun cenazesine bütün Konya halkı katılmış, Müslümanların dışında gayrimüslimler de cenazede hazır bulunmuşlardır. Cenaze namazını devrin büyük alimi Sadrettin Konevi kıldıracakken üzerine bir istiğrak hali (ağırlık, kendinden geçme) geldiğinden dolayı cenaze namazını Kadı Siraceddin kıldırmıştır.
Mevlana bugünkü türbesine defnedilmiştir. Bu türbeyi ölümünden 1 yıl sonra Vezir Süleyman Pervane’nin eşi Gürcü Hatun ve Sultan Veled yaptırmıştır. Daha sonra İkinci Beyazıt, Kanuni, İkinci Selim dönemlerinde ilaveler yapılarak bugünkü şeklini almıştır. Devamı gelecek hafta.