Her yıl 3 Aralık’ta “Dünya Engelliler Günü” konuşulur; ama çoğu zaman konuşulan şey sadece rakamlar, istatistikler, fiziksel engeller olur. Oysa mesele bundan çok daha derin, çok daha kültürel boyutludur. Engellilik çoğu zaman bedenlerden değil, toplumların zihninden ve dilinden başlar. Bir toplumun engelli bireyleri nasıl adlandırdığı, onlara nasıl seslendiği, onlara hangi gözle baktığı… İşte tüm bunlar, kültürel kodlarımızı ele verir.
Biz kimi zaman “engelli” diyoruz, kimi zaman “özel birey”, kimi zaman “engellenmiş”. Bu kelimelerin her biri aslında dünyayı kavrayışımızı da şekillendiriyor. Çünkü dil sadece bir ifade aracı değildir; dil, kültürü kuran en güçlü mimaridir!
Birine “engelli” dediğinizde, farkında olmadan onun eksikliğini; “engellenmiş birey” dediğinizde ise toplumun sorumluluğunu işaret edersiniz. Kelimenin yükü bile değişir. Engellilik doğuştan gelebilir ama engellenmişlik kültürün eseridir.
Kaldırım yapılır ama rampa yapılmaz - işte engel orada başlar!
Kaldırım geniştir ama sarı yol yoktur - engel oradadır!
Toplu taşıma vardır ama erişilebilir değildir - engel yine toplumun bıraktığı yerdedir!
Bu nedenle “Dünya Engelliler Günü” sadece farkındalık değil, aslında kültürel yüzleşme günüdür.
Son yıllarda Alanya’da her gün yüzlerce kaldırımı, kavşağı, sahil yolunu görüyorum. Kimisi geniş, kimisi dar, kimisi düzgün, kimisi değil… Ama çoğu, hayatın en temel zorluklarını yaşayan insanlar düşünülerek yapılmamış. Bir tekerlekli sandalye yalnızca beş dakikalık bir yol almak için nasıl bir mücadele veriyor? Görme engelli biri, üzerinde sarı yol olmayan kaldırımlarda nereye basacağını bilmeden nasıl yürüyor? İşitme engelli biri, belediye etkinliklerinde tek bir işaret dili çevirmeni görmediğinde kendini nereye ait hissediyor?
Sorular basit ama cevabı ağır:
“Bir şehir, en dezavantajlı vatandaşını ne kadar görebiliyorsa o kadar medenidir!”
Kültürün vicdanı, imar planlarında değil;
Kültür merkezlerinin büyüklüğünde değil;
Otellerin yıldız sayısında hiç değil…
Kültürün vicdanı, kaldırımın kenarındaki o küçük rampada gizlidir!
Bir otobüsün basamağında…
Bir parkın giriş kapısında…
Bir belediye duyurusunun işaret dili çevirisinde…
Kısacası: “Bir kültürün vicdanı, en zayıfına gösterdiği incelikte ölçülür.”
Bugün” Dünya Engelliler Günü” vesilesiyle hepimizin kendimize şu soruyu sorması gerekir: “Biz diliyle, yaşamıyla, mekânıyla gerçekten engelsiz bir Alanya mı kuruyoruz, yoksa yalnızca merhamet cümleleri kurup günlük hayatımıza devam mı ediyoruz?” Engelli bireyler bizden merhamet istemiyor; hakkını istiyor, erişilebilir bir yaşam istiyor, saygı istiyor. Onları “özel” kelimesiyle pohpohlamak, rampasız kaldırımlardan daha hafif bir yük oluşturmuyor. Çünkü asıl mesele duygusallık değil: Kültürün yeniden inşası. Bu şehirde her kaldırımı, her yolu, her parkı, her sosyal alanı yeniden görmemiz gerekiyor. Engelli bireyi toplumun dışında bir alan olarak değil, bizzat toplumun merkezinde bir yerde düşünmemiz gerekiyor.
Unutmayalım:
Engel bedenlerde değil, çoğu zaman bizim ürettiğimiz kültürde. Ve o kültürü değiştirmek de yine bizim elimizde.
3 Aralık “Dünya Engelliler Günü” vesilesiyle dili, vicdanı ve kamu sorumluluğunu yeniden düşünmek dileğiyle…